31 Mayıs 2015 Pazar


Sizce haftaya hangi film hakkında yazalım;

1.



2.



3.



4.


Blogun solundaki anketi oy verin haftaya hakkında yazacağımız yazıyı siz belirleyin.


Sen: yolda yürüyen adamsın!

    Bugünki yazımız İstanbul Üniversitesin'de iktisad okuyan bir genç sinemacının filmidir. Bu filmi ele almamın sebebi kendi bölümlerimizdeki kısa film ödevlerinin bir iktisad öğrencisinin çektiği filmler kadar kaliteli olmamasındandır. Yazıyı okumaya başlamadan önce isterseniz filmimizi izleyelim.



Film Haydarpaşa ve bir vapurun haraketi ile açılır. Mavi tonlarının yoğunluğu ve sinemaskopun verdiği estetik bir görüntü ile etkili bir başlangıç olur. Sonrasında gelen plan karışıktır ve kalabalıktaki insanlar ilk planda beklenen estetiği bozar.  Boş bir kalabalık olarak baktığımız bu planın ardından kalabalıktaki seçilmesi ve aranması gereken kişiyi buluruz. Ancak şiirden de anlaşılacağı üzere zaten rahatsız olunan insanlar benide bu planlarda rahatsız ettiler. Devam eden görüntülerde haydarpaşa planlarına döneriz. Yine bu planlarda şiir okuyan kişiyi de görürüz. Ancak şiirden kopuk,  bağlantısız görüntüler akmaya başlamıştır. Ancak ne olursa olsun görüntüler teknik açıdan izleyici doyurmaktadır. Ama yakaladığım bir diğer kusur ise, imkansızlık ile çekilen bir filmde kimi zaman focus yakalamak, kimi zaman haraket kısıtıdan gibi sebepler ile oyuncuya bazı müdahaleler de bulunulur. Bu filmde de oyuncuya bu yoğun bir şekilde yapılmış ki tekleyerek yürüdüğü planlar var. Belkide bunu kotarmak için farklı yöntemler uygulanabilirdi. 

Bilindiği üzere ses bir kısa filmin bölüm sonu canavarıdır. Var olan paranızla veya imkanlarınız ile ancak bir kamera teğmin edebilirsiniz. Ancak ses olayıda neredeyse görüntü ekipmanları kadar maliyetlidir. Kısa filmciler de eldeki imkanlar ile görüntü ekipmanlarını toplarlar. Sesi de Allah'a havale edip işe koyulurlar. Bu projede ses ekipmanlarının tedariki konusunda ne gibi zorluklar yaşandı bilmiyorum. Ancak bildiğim kadarıyla ses daha sonrada Iphone ile kayıt edilip, eşlenmeye çalışıldı. Filmde izlediğiniz senkron hatalarının sebebleride bundandır. Arkadaş amma -dandırlı -mandırlı cümle kurdum! Şiirin etkisindendir. Aha bak yine yaptım. Neyse Iphone 5 veya 5s'ten sonraki telefonlarında ses kayıdı gerçekten çok kaliteli eğer işiniz düşerse kullanmaktan çekinmeyin. Filmde de görmüş olduğunuz gibi senkron olmasada ses kalitesi gayet başarılı. Filminize dublaj yapmak isteseniz gerekli malzemeler. Bir pattaniye bir de Iphone amatör filmciler için yeter. Sizde olmasa bile illaki çevrenizde bir ıphone'u olan vardır. Biraz yüzsüz olmakta da fayda var. Kısa filmin çekilmesinin yüzde 70'i rica ile oluyor. Siz beceremiyorsanız bile ekibinizde iletişimi kuvvetli birileri mutlaka olmalı, mekan, ekipman, oyuncu veya herhangi bir konuyula ilgili sorunu ayarlaması için. Eğer ekibinizde bu işleri iyi yapan birileri varsa, bir bakmışsınız projeniz profesyonele yakın dereceye gelebilir. 

Dramatik yapısı olan, klasik anlatası olan kısa filmler de bu tarz dostluklar önemlidir. Deneysel veya başka tarzdaki filmleri tenzih ediyorum.  Amatör filmler de genel de iyi bir kamera ve kameraman ile her şeyini tamamladığını düşünülmesi yapılan en büyük hatalardandır. Yapım aşamasında size yardımcı olacak, sorun çözücü insanlar ile çalışmanız gerekir. 

Neyse bu konuyu fazla uzatmayalım kısa film yapım aşamalarına da bir yazımda değinirim. Filme dönecek olursak en son ses konusunda kalmıştık. Ses senkronun verdiği sıkıntılardan dolayı da filmde  bazı görsel hilelere baş vurulmuş. Mesela aralara başka görüntüler koyarak senkronun tutmadığı yerler gizlenmeye çalışılmış. Ama yönetmen arkadaş, şairi görmek istediği bir yer içinde galiba bu geçişleri hızlı yapmış. Bu da bir kafa karışıklığına neden oluyor. Buda kurgu masasında duygusal olmamak gerektiğini gösteriyor. Herkes çektiği planlar ile bazı duygusal bağlar oluşturur. O planda teknik kusur varsa bile kullanmak ister. Büyük yapımcılar bunlara karşı bazı önlemler almışlardır. Ancak amatör kısa filmler de bu olayı sık sık görürüz. Neyse Filmin tekniğinde boğuldu kaldı yazı. Ama gerçekten görsel estetik açısından başarılı bulduğum bir film olmuş.

Filmin konusuna gelecek olursak, çok genel bir gönderme içeriyor. İnsan izlerken biraz daha spesifik bir şey bekliyor. Kalabalıkların içinde takip ettiğimiz kişi ben miyim ? Yoksa halk mı onu tam çözümleyemedim. Ancak önce dilenciye para veriyor. Daha sonra sanatcıyı fark ediyor ve parayı onun hak ettiğini düşünüp dilenciden alıp sanatcıya veriyor. Bir kaç adım attıktan sonra dayanamayıp geri dönüyor ve sanatcıdan da parasını alıp gidiyor.  Sanatcı arkasından bakıp bir süre sonra tekrar sanatını icraa etmeye başlıyor. Filmdeki Gönderme "İşte sanata bakış açımız."Arkasından gelen uzaktan yeşilliklerin arasından geçen adam ise en beğendiğim plan oldu. Teknik açıdan dolu ancak konu açısından seyirciyi sürekli farklı şeyler düşündürmeye itiyor. Şiir konuyla alakalı değil sadece var. Bu minvalde izlenirse sorun yok. Ancak izleyici mutlaka şiirle bir bağlantı arayacaktır. İşte orada ince bir kopukluk oluyor. Şiir demişken bu ikdisatçı arkadaş sadece sinemaya değil şiire de meraklı çıkmış. Filmde dinlediğimiz bu güzel şiir ona ait, "Ona mı?" evet ona ait. İsterseniz yazımızı bu şiir ile sonlandıralım.


Insanlara anlatacak hic bişeyim yok. Dünyam donmüyorsa eğer bu yüzdendir.
Insanlara verecek sevgim yok. Dünyam daha bencilse, bu yüzdendir.
Özleyecek cok fazla dostum yok. Tek Başinaligin Şartı bu oldugundandir.
Kafamın içinde boş yer yok. Dünya cok büyük oldugundandir.
Adımın başında kocaman korkak sıfatlarım var. Boyle yasamak daha kolay oldugundandir.
Suya batırdığım hayallerim var. Denize olan sonsuz sevgimdendir.
Soru işaretlerime miting vermişligim var. Aralarında nefes alamadigimdandir.
Kendime durmadan söylediğim yalanlarım var. Başka çarem olmadığındandir.
Söylediğim her yalana inanmisligim var. Mutlu Olmayı cok özlediğimdendir.
Her seferinde bahanelerim var. Kaçmak en büyük özgürlük oldugundandir.
Sana Söyleyemediklerim var. Sayfalarca. Defalarca. Hunharca. Korkusuzca.
Kaleme ve deftere ihtiyacım var. Içimdeki denizi kusabilecegimdendir.
En Sevdiğim renk kırmızıdır. Neden oldugu seni ilgilendirmediğindendir
Cok Yükseklerde gözüm yoktur. Kırmızı balonum beni taşıyamayacağındandir.
Dünyanın adaletine hep itirazım olacak. Müslüm baba öldüğündendir.
Çaresizliklerim var benim. Yalnızlıklarım. Yalnızlıklarım. Yalnızlıklarım. Yalnızlıklarım. Sen.
Sana ihtiyacım var benim. Gözlerinde unuttugumdandir.
Senin sevgine de ihtiyacım var benim. Avuclarin Dünyam oldugundandir.
Sana sarılmaya ihtiyacım var benim. Kokunda kayboldugumdandir.
Aytuğ Işık

  

22 Mayıs 2015 Cuma

102 Ödüllü Anlamlı Kısa Film (İzlemeyen Pişman Olur!) yada el Empleo-The Employment


 İlk yazımız olması mahiyeti ile hepinizi canı gönülden selamlarım..

 İlk yazı hangi kısa film üzerine olsun diye düşündük, taşındık falan derken bir kısa film bulamadık. Ben ilkleri Melies ile yapmayı severim. Malumunuz şuanda bunca şeyle uğraşıyorsak, sinema da hayal gücümüzü kullanmamız gerektiğini düşünüyorsak hepsinin babası Melies'tir. Lumier kardeşler, evet bir devrim yapmışlar. Kamera diyebileceğimiz bir aleti icad etmişler. Ancak yaptıkları şey dokumanter tarzı işlerdi. İşte "Trenin gara girişi", "Adamın domatesleri sulaması" falan gibi şeyler. Ancak hayal gücümüzü bu işe sokan ve üstüne buda yetmezmiş gibi kamera ile yapılabilecek hileleri bularak insanlara ilk görsel efektleri sunan Melies benim gözümde sinemanın babasıdır. Melies'e inşallah bir sonraki yazımızda yer veririz. Şimdi asıl konumuza dönelim.

Bilindiği üzere kısa filmler aslında bağımsız sinema diyebileceğimiz şeyin neredeyse tek örnekleri, iş uzun metraja dönünce yok yapımcı revizesi, yok para yetmedi şurdan kıs, yok seyirciyi  küstürmeyelim, festival jürisine kendimizi beğendirelim derken bağımsız özgür bir film çekmek çok zor oluyor. Ama kısa film öyle mi, bambaşka :) İster telefonla çek, ister 1 dakika çek, ister 5 liraya çek ama çek yani önemli olan tek şey bu, hikaye örgüsü için belirli kalıplar yok, yık kuralları!  Ama bu konuya da sonra geleceğiz...

Şimdi sizlere El Empleo kısa canlandırma filminden bahsetmek istiyorum. Öncelikle film distopik bir dünyada geçiyor. Filmi ilk açtığınızda böyle yazılar var.  İşte yapımcı şirketin bir amblemi, birde filmi çekmek için fon aldıkları kuruluşun adı sanırım. Neyse bu çok önemli değil ben direk filme giriyorum.  Fade in bir saatin tik tokları eşliğinde ve  mus mutlu bir surat ile açılıyor. Hemde film boyunca hiç göremeyeceğiniz bir gülümseme ile sonra bir bakıyorsunuz ki aslında bu mutlu biri değilmiş. Neymiş? Saatin üzerindeki bir resimmiş. Neyse saat 7 çeyreği geçiyor ve alarm çalıyor. Hizmet sektöründe çalışan biri için ideal bir saat ve anlamadığım bir şey film boyunca hizmet ettiği halde mekanik olan tek şey saat. Burda adamlar bize ne anlatmak istemiş ben anlamadım. Neyse adamımız yatağından doğruluyor kalkıp odasının ışığını açmaya gidiyor. Ancak ilk defa izleyici olarak burada dumura uğruyoruz. Işığın ayaklığı yerinde kravatlı bir adam var. Bundan sonrasını merakla izlmeye koyulası geliyor insanın ama öncesinde şunu söylemek istiyorum ışık yandığı esnada karakterin ters ışıkta kalması animasyona gerçeklik katmış. İnce ve güzel bir detay olmuş. Banyoda sıkıcı bir traş sahnesinden sonra adamımız kahvaltı sofrasına geçer. Geçerkende mutfağın kapısının yanında anasının fotoğrafını görürüz. Buda bize bu arkadaşın bir insan oğlu olduğunu gösterir. Ancak sofraya geldiğinde yine bir şok yaşarız. Masa ve sandalyelerde insandır. Artık filmin yavaş yavaş neyi anlatmaya çalıştığını anlıyoruz. Dekordaki solmuş saksı bitkiside içinde bulunulan dünyanın canlılığı nasıl soldurduğunu ve buradaki insanlarında ondan farksız olduğunu kısa ve öz bir şekilde anlatmış.  Adamımız askı kadından çantasını vs. alıp dışarı çıkar. Neyseki dışarıda normal bir iki insan görürüz. Ancak onlar arasında hiç bir konuşma ve dialog olmaz. Tek duyduğumuz ses bir hava sesi ve mekanikleşmiş foleyler adım sesleri kapı sesleri vs. Adamımız bir taksi çevirir ve taksi niyetine bir abinin sırtına binip işe gider. Yoldaki trafik lambaları bile insandır.  Film henüz 3 dakika olmuştur ama Nolur Allah'ım bitsin bu çile demekteyizdir ki bu film içinde tam olması gereken şeyin bu olduğunu film bittikten sonra anlayacağızdır. Adam iş yerine gelir kapıda kapı gibi diye tabir edeceğimiz 4 tane abi vardır. He! bu arada yine kafama takıldı. Abi yolda saate bakar. Her şeyin yerinde bir insan varken sadece saat hala saattir. Neyse abiyle beraber asansöre üç kişi biner ve sonunda aralarında bir sohbet başlar. Makara kukara eğlenirler falan diycem ama yok abi sıkıntıdan patladım onlarla da iki kelam etmedi. Bari Burcu hanıma şirkette öğle yemeğinde ne var onu sor dimi? Yok distopizmin anasını ağlatmışlar filmde konuşmuyorlar. Bu arada asansörün çalışma stilide bulunduğumuz dünyadaki obozite hastalığına bir gönderme gibi bu kiloların tek yararı bu tarz işlerdir demeye getirmiş sanırım sevgili yönetmen. Neyse adamımız şirkete gelir. Evdeki askılık olan abla aynı şekilde burada abinin dolabında da askılık olarak çalışır. Belki aynı olmasının bir anlamı yoktur. Bana farklı bir karakter tasarlamaya da üşenmiş olabilirler gibi geldi. Abi burada ablanın yüzünü paltosuyla örter ve dolabı kapatır. Buraya kadar vay be ne adammış dedim. Herkes buna hizmet ediyor. Ama niye mutlu değil bu adam, hoş yaptığı iyi bir şey değil ama sonuçta bunları yapıyorsa mutlu olması lazım, ama yok film boyunca suratsız birini izliyoruz. Demek ki buna birileri bunu zorla yaptırıyor diye düşünürken abi bir odanın kapısının önüne gelir ve yere yüz üstü yatarak kendinden çok daha üstün birinin paspası olur. Yüzü gözükmeyen biri gelir abinin üstüne çıkar ayaklarının altını siler ve içeri girer.  Vayy bee dedirten o anı yaşamışsınızdır sizde izledikten sonra. Buna şu video ile karşılık vermek istiyorum. Bunlar pirimci pirimci diyesi geliyor insanın...
Filmin teknik özelliklerine bakacak olursak ışıkları gayet başarılıydı. Onun dışında karakterlerin haraketlerinde çok fazla sırıtan bir durum yoktu ki olması gereken kıvamdaydı bence, tasarımlar şahaneydi. Kamera haraketlerini çok beğenmedim biraz daha yavaş olabilirdi. Bir anda film izliyor havasından çıkarıp çizgi film izlediğini hissettiriyor insana, renkleri çok hoştu sanat ise estetikten uzak bir toplumu çok çok iyi yansıtıyordu. İnsanların biricikliği ölmüş sadece gerekli olan eşyalar var. Süs bitkilerine bile yer yok.  Zevksiz bir dünya gerçekten, seslerle ilgili görüşümü zaten yukarıda paylaştım. Bu arada film atmosferi gereği çok uzak bir zamandan bahsetmiyor. Teknolojik aletler veya işte ileride böyle olacak gibi bir söylem değil tam tamına bu zamanı kast ettiğini göstermeye çalışmış. Film bitip jenerik aktıktan sonra filmin en başındaki ışık olan abi sonun da sisteme karşı geliyor ve kafasındaki abajuru yere fırlatıp odayı terk ediyor. Helal sana şampiyon! Tüm bunlara ek olarakta filmde gördüğümüz bütün mesleklerde aktif olan görevleri erkekler askılık, masa ayağı gibi pasif görevleri ise kadınlar yapmaktadır. Filmin ismide gerçekten çok uygun ve güzel bir isim olmuş.

Sonuç; filmde gördüğümüz tüm insanlar modern dünyanın birer kölesi olmuş ve kapitalizmin boyunduruğu altında sıfır duygu ve fikir ile yaşıyorlar ve kapitalizm onları birer eşyaya çeviriyor.  Fark ettiyseniz filmde sevgili ve karı koca diyebileceğimiz kimse yok, aşk ve sevgi yok, herkes yalnızlaştırılmış. Bir çarkın içinde masa, sandalye ve paspas olarak istihdam ettirilmiş bir şekilde kapitalizmin gerekliliklerini yerine getiriyor.

Son olarak buradan bir ricada bulunmak istiyorum. Tüm bu youtube kanalı olan kardeşlerim, romalılar... Artık şu kısa filmleri beyin yakan kısa film, ödüllü kısa film diye paylaşmayın, ilk film olarak bu filmi seçmemdeki amaç aslında birazda youtube'da bu isim kirliliğine değinmek istememdi. 102 ödüllü kısa film artık işin ne raddelere uzandığını gösteriyor.  13 dalda oscar almış kısa film gördüm ben, lütfen yapmayın insan gibi adını yazın şu filmlerin. 

NOT: Eğer doğruysa film 77 tane uluslararası ödül 140 gösterim yapmış.